31 Aralık 2012 Pazartesi

yeni bir başlangıç

yine bir 31 aralık, yıl sonu ya da yılbaşı. bardağın hangi tarafı ile haşır neşir olduğunuza bağlı. her sene olduğu gibi bu sene de herkes yeni yıldan beklentisini sıralayacak. kimi para isteyecek, kimi gerçek aşkı. yani kısaca herkes neye ihtiyacı varsa onun derdine düşecek.

kimileri yaza girmeden kiloları verme planları yapacak. o çok beğenilen elbise için kredi kartında limit ayarlanacak. biraz entel takılanlarımız okunacak kitaplar, izlenecek filmler listeleri çıkartacak. gezmeyi sevenlerimizse yaz gelmeden tatil planını hazırlamış olacak. hangi otele gidilecek, nerede yemek yenecek, hangi aktiviteler yapılacak, hepsi bir bir listelenecek. 

maddi konularda hedef koyanlar kadar olmasa da manevi hedefleri olanlar da planlar yapacak. nerede nasıl karşılacağını bilemediği müstakbel aşkına hazır olmak için bakkala ekmek almaya bile giderken özenerek sokağa çıkma planı yapılacak. bir nebze şanslı olanlarsa evlilik planları kuracak ya da evlenmeden bir yıl daha nasıl geçirebilirim planları yapacak. sallantıdaki ilişkilerin sonucu belli olacak belki, tamam mı devam mı kararları alınacak. herkes kağıda dökmese de aklının bir yerinde bunun gibi bir liste yapacak. belki de birden fazla olacak bu liste.

herkes hakkında bu kadar atıp tuttuktan sonra benim ne istediğime sıra gelince, sadece yeni bir başlangıç istiyorum. neye olursa olsun, tıpkı 1 Ocak günü yeni bir güne uyanır gibi 2013 de yeni başlangıçların yılı olsun istiyorum. 

temiz bir sayfa istiyorum çünkü, hepimiz bazen yeni bir başlangıca ihtiyaç duyar. ama eskiyi unutmak için, ama varolana heyacan katmak için. varolanı çöpe atmak ya da eski yermek değil gayem, ama eskinin, ama bizim üzerimizdeki ölü toprağını silkelemek. hep yere bakan gözlerimizi biraz olsun ufka çevrilmesini sağlamak.

bilmiyorum belki de çok şey istiyorum...


kağıda karalananlar
Aralık 2012

30 Aralık 2012 Pazar

kotalı özgürlük

aslında reklamlar konusunda süreklilik arzeden bir takıntım var. yani biliyorum hepsinin amacını ama olmuyor, ne yapayım istemsizce altındaki anlamı sorgular şekilde buluyorum kendimi, hem de her seferinde.

tarihi ezberlediğimden değil de, vakti zamanında bir sözlükte yazdığım için hatırlıyorum, bir ara fish card reklamına çok takmıştım. hani şu reklamında "somewhere over rainbow" çalan reklam. hayatımız ve hayallerimiz temalı bir reklamdı. herhalde ilk kez o gün, reklam işinin artık üründen çıkıp, satın alan kişiye yönelmek olduğunu farkettim. hatta hatırlıyorum çok sinirlenmiştim o reklama. artık nasıl gaza geldiysem şöyle bir şeyler karalamıştım. 

ah reklamlar ah. siz nelere kadirsiniz. yok vallaha günümüzün en büyük gücü reklamcılar. cidden bak. inanmıyorsanız televizyonlarınızı açın bakın reklamlara. en olmadık ürünlere, kişilere yapılan reklamlarla nasıl bir anda hayatımızın her şeyi haline geliyorlar.

ben küçükken-yedi yaşındaydım galiba- grup vitamin ilk albümünü çıkarmıştı. orada bir şarkı vardı rap vitamin diye. o zamanlar komiklik olsun diye söylenen sözlerden, yani o dönemin reklamlarından şimdikilerine ne zaman geldik biz?

ne zamandır reklamlar bize ürün satmayı bırakıp da kişiliğimize dokundurmalar yapar hale geldi? yahu tanıtımı yapılan ürün değil mi? ne zamandır benim hayallerim-ki nedense hepsi maddi, manevi olanlar da bir şekilde maddiyatla ilişkilendirilmiş halde- kredi kartına üç taksitli hale geldi? merak ediyorum, kaç chip para benim hayallerimin bedeli? vade farkı almadan kaç taksitle satılabilir ya da?

hayatım, hepi topu 10 taksit üstelik vade farksız yetmedi %3 ekstra chip paralı. ilgilenenler, kartlarını alsın gelsinler, lakin toptan satışımız yoktur. ne de olsa toptan fiyatına perakende satış yapıyorum burada...

şu ara yine reklamları izlerken, inceden bir sinirlenme halleri yaşadığımdan olsa gerek yine aklıma geldi bu yazı. şu ara en güldüğüm, trajikomik reklamsa TTNet reklamı. hani şu gökyüzünden bir martının gelip "kotalı özgürlük" temalı bir konuşma yaptığı reklam. bir ara bir kelime vardı takıntılı şekilde kullandığım ve günlük hayatta örneklerini aradığım, -kendisi oksimoron olur- kanımca bu reklam buna verilebilecek en iyi örneklerden birisi. özgürüz ama kotalı, yanlış olmasın yani. özgürlük dediysek ne o öyle sınırsız mı sandınız? o kadar sınırsızlık istiyorsan, git sınırsız internet al kardeşim. ama o da "adil kullanım kotalı". tadını kaçırırsan ona da limit koyarım yani. 

son dönemde çoğu şeyin içini bir güzel boşaltıp, boş birer ambalaj haline getirdik. neler yok ki bunlar arasında, din, siyaset, vatan, millet, bayrak vs. ama bu kadar geneli kapsayan bir kavramı hiç tüketmemiştik ki o da "özgürlük"le tamamlanmış oldu.

üstelik bu "kotalı özgürlük" hali sadece tüketim alışkanlıklarımızda değil, hayatımızın her yerine sirayet etmiş durumda. mesela yönetimi eleştirme hakkın artık kotalı. yani atıyorum ülkenin başbakanının herhangi bir icraatini eleştiremezsin ama mesela muhteşem yüzyıl'ı istediğin kadar eleştirebilirsin. al sana özgürlük!

neyse bu gece bu yazı burada kalsın da devamı gelir daha...

 

24 Aralık 2012 Pazartesi

Rüzgar Gülü

İkimiz iki sap buğday olsak,
Sen benim olsan, ben senin olsam.
Bir gece vakti aklına gelsem,
Uykunu tutsam bırakmasam,
Seni kucaklasam, kucaklasam.
Birbirimizin kalbini dinlesek,
Dünyanın kalbini dinlesek.
Büyük ateşler yaksalar,
İki güvercin uçursalar,
Nerede olduğumuzu bilsek...
 Attila İlhan
 

23 Aralık 2012 Pazar

Baharı Bekleyene

ben kışın güzelliğini söylerim ne gelirse dilime,
çünkü kış bir hazırlıktır soluğuma kıpkırmızı gülüme.


nice kırmızı ayaklar gelip geçti o gün katar katar,
kış günleri sözgelişi ben bir çöp bile almadım elime.


altı kız bir ay ışığı def çalıp şarkılar söylediler.
beri yanda ormanlar yanardı, ciğerpareler lime.


artık su uyur, aşk uyanır, mendilim kana boyanır.
bilirim bu baharda da herkes hasetlenir halime.


ve ellerim batık bir suda akar gözlerim her şeye bakar,
bahar bir gelsin yeter, artık eksikse de bırak elleme.


su uyur düşman uyumaz suların dibi güllerde.

altı kız, bir oğlan def çalıp şarkılar söylediler,
baktım birinin kara bir gecesi düşüvermiş mendilime.


şimdi elimde baston silah, başımda şapka öyle,
ağzımda kurşun hızında seçtiğim her kelime.


su. hiç kimse durmazsa her şey yürür, bu aşk demektir.
her şey kullanılmazsa dirim bir ihanettir ölüme.


sakiniz, elimiz filan temiz, baharı filan bekleriz,
fincanı taştan oyarlar içine bade mi koyarlar?


biz silah kuşanırız bize bir şey söyleme.


Turgut Uyar

8 Ekim 2012 Pazartesi

eğitimde fırsat eşitliği

eylemlerin doğası gereği yapılabilmeleri için öznelere ihtiyaçları var. ve söz konusu toplumsal yaşam olduğunda bu özneler ben, sen, o, biz, siz ve onlardan başkası değil. iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış ne yapıyorsak kendimize yapıyoruz. en büyük kazığı kendimize kendimiz atıyoruz. eğitim bu noktada üzerinde hassasiyetle durulması ve düşünülmesi gereken bir konu. toplum hayatımızın belki de en önemli konusu. yani olaya hangi açıdan bakarsanız bakın, geleceği garanti altına almanın kelimenin tam anlamıyla yegane yolu. dün geçtiğinden, bugüne başlamış ve ne yazık ki tüketmek üzere olduğumuzdan, yarın bir şeyleri doğru yapabilme adına yegane şansımız olarak duruyor.


bir devlet dairesine usulsüz bir atama yapıldığında bir dönem için sorun yaratır, ya da bir başbakan ya da devlet adamı bir seçim dönemi kadar sorun yaratabilir. ancak eğitim sistemindeki bir yanlışlık kelimenin tam anlamıyla meyve sepetinin dibindeki çürük meyve gibidir. dışardan bakıldığında gözükmez ancak ağır ağır tüm sepeti yenilmez hale getirir. söz konusu meyveler olduğunda çok çok bir iki kilogram meyve parasına sorunu halledebilirsiniz de eğitim için aynısı geçerli olabilir mi?


mevcut akp hükümeti başa geldiğinde en önemli savı değişimin kendisinden başladığı ve ülkeye de aynı şekilde yansıyacağıydı. hükümeti desteklemek ya da desteklememek ayrı konular olduğundan burada değinmiyorum ancak özellikle eğitim alanında yaptığı çalışmaların toplum genelinde takdir toplayacak nitelikte olanları iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda. iyi olanların reklamını seçim döneminde hükümetin bol miktarda yapacağını göz önünde bulundurarak, beni en çok rahatsız eden değişiklikler hakkında yazmak istiyorum bugün.


eğitime dair yapılmak istenen tüm değişikliklerin temelinde sihirli bir cümle yatmakta. sihri de ironiyi de kendi içinde barındıran bir cümle. eşitliği bu denli savunup, komünizm korkusu yaşayan başka bir ülke var mıdır acep? neyse derdim komünizm değil zaten, onun da bir derde derman olduğu yok. 


hükümet başa geçtiği günden bugüne eğitim konusunda köklü reformlar yapmak konusunda ciddiydi ancak önceliği kendisinin değiştiğine insanları inandırmak olduğundan  -ya da kendisinin başka şeyleri değiştirebileceğine muktedir olduğuna inanmak için zamana ihtiyacı vardı bu da olabilir.- bu konuya bir türlü sıra gelmedi. önceliği tribüne oynayan konulara verdi ki arkası kuvvetlensin. 


eğitime dair ilk işler biraz yumuşak oldu. fazla tepki almadan usul usul değişti bir takım şeyler. mesela yer gök birden tabela üniversiteleri ile doldu. tabela üniversitesi türkiye'nin her mezrasına lüzumsuz şekilde üniversite açarak, sözde eğitimde fırsat eşitliği yaratacaklarına inanan insanların yurdum jargonuna kattıkları bir kavram. 

esasında değişim o kadar da yumuşak olmadı. bunun ispatı rakamlar. 2004 yılında üniversite sınavına girdiğimde özel üniversiteler dahil olmak üzere toplamda yaklaşık 80 küsur tane üniversite vardı. eğer google kandırmıyorsa şu anda yaklaşık 173 tane üniversite bulunmakta. eğer ülkemde akademik açlık 8 yılda mutant denilebilecek bir düzeyde artmadıysa, bu işte bir sıkıntı bulunmakta. işin tuhaf tarafı son 8 yılda artan üniversite sayımızla paralel bir akademik üretim artışı yer almamakta. hatta yıllardır süregiden bazı tercihlerimizde de değişim söz konusu. şimdi diyeceksiniz ki "arkadaş bu okullar kuruldu da hemen mezun vermediler ya", doğru vermediler. ancak bu okullara hoca diye birçok insan atandı. bunlar ne yaptı onlarla birlikte bölümleri baştan mı okudular?

 
klasik muhalefet gibi çözümsüz eleştiri yapmak istemem. naçizane fikrime gelince, sağda solda mantar gibi üniversite türeteceğine, mesela bölgesel bir yapıya geçiş yapılabilirdi. kastım şu, malum eğer değişmediyse ilkokulda-lisede hayat bilgisi/coğrafya derslerinde bize ülkede 7 bölge olduğu "ezberletildi". bunların da demografik yapı, coğrafi yapı gözetilerek oluşturulduğu söylendi. her bölgede görece geride kalmış bölge büyüklüğüne ve nüfusuna orantılı şekilde birkaç il seçilse, bunlara dört başı mamur, eksiksiz kocaman kampüs üniversiteleri kurulsa, eğitim programları da bölgenin gerekliliklerine uygun olsa (mesela ziraat fakültelerinde bölgenin tarım ürünlerine göre uzmanlaşma sağlanabilir ya da örneğin marmara bölgesinde otomotiv sanayine göre uzmanlığı bulunan makine mühendisliği fakültesi kurulabilir), ayrıca bölge insanının kendi bölgesindeki okullara girerken görece avantajlı(kantarın topuzu kaçmadan tabi ki) olması sağlansa mesela kötü mü olurdu. az ama öz sayıda okulla, daha kaliteli eğitim verilebilirdi.


geçiş süreci bununla da bitmedi gerçi, arkasından tüm dünyaya örnek teşkil edecek bir diğer eğitimde fırsat eşitliği uygulaması devreye alındı. tüm liseler anadolu lisesi olsun, böylece herkes anadolu lisesi mezunu olsun. durumun vehametini ve ne yazık ki trajikomikliğini açıklama gereği bile duymuyorum. burada bırakıyorum.



gel zaman git zaman, kendilerinin Mimar Sinan'ın soyundan geldikleri düşüncesine kapılan yöneticilerimiz, kendi tabirleriyle "ustalık" dönemlerinde eğitim konusunu bu sefer daha radikal değişiklikler için yeniden gündemlerine aldılar. bunu yaparken değiştik, eskiyle bir derdimiz kalmadı dedikleri geçmişten hırslarını alarak çıkardılar. ha derseniz ki eskisi çok mu güzeldi, kesinlikle hayır. al birini vur ötekine.


kelime oyunlu yeni eğitim sistemimiz, atasözünün tam karşılığı olarak yolda di(ü)zülerek yola çıktı. kim hangi okulda okuyacak, nerede başlayacak? sistem nasıl olacak? ders programı nasıl olacak? seçmeli dersler ne? ve türevi tonlarca soru cevap bulamadan sistem değişimi gerçekleşti. üstelik her sistem geçişinde olduğu gibi de bir kayıp nesil yaratarak başladı.


sayfalar dolusu yazı kaleme alınabilir bu konu hakkında ancak burada sözü Ken Robinson'a bırakmakta fayda görüyorum. Kendisi eğitim konusunda araştırmalar yapan bir kişi. Aşağıdaki konuşması TED Talks etkinliğinde kaydedilmiş. Sizden ricam 20dk. ayırıp sonuna kadar izlemeniz. Belki sonrasında siz de benim gibi oturup konu hakkında görüşlerinizi yazmak ve sinirlenmek isteyebilirsiniz.





21 Ağustos 2012 Salı

Proteigon


Cin fikir Facebook'ta denk geldiğim ama iyi ki denk geldim dediğim bloglardan birisi. Oldukça yaratıcı ve bir o kadar da zekice paylaşımlar yapıyorlar. Buradan gıyablarında da olsa tebriklerimi sunarım.
cin fikir: Proteigon

22 Temmuz 2012 Pazar

kırk oda - 1

boyacıköy’de kanlı bir aşk cinayeti
”*çaresizim inan. ne yapabiliriz ki hem? elden ne gelir? her şey için çok geç. ben ömrüm boyunca seni bekledim. ama geç geldin sen. çok geç.
-daha önceleri hep başka şeyler oldu, başka şeyler, hep ayağıma takılan bir sürü şey…
*çok seviyor beni. hiç olmazs beni çok seven biriyle evlenmek istedim. geç kaldın sen. çok geç geldin.
….
-ben deliririm sen gidersen. ölürüm. öldürürüm.
*zamanla unutursun. zaman her şeyi onarır. sen çok güçlü ve çok akıllı bir insansın.
-güçlü ve akıllı olmak istemiyorum. artık mutlu olmak istiyorum.
*güçlüsün sen inan, çok güçlüsün. güveniyorum sana. direnirsin zamana ve kazanırsın.
-yanlış bir zafer olmaz mı bu?
*olsun ne çıkar? hangi zafer doğru kazanılıyor ki sevgilim?
*’niye anlamıyorsun?’ dedi gelin. ‘aşkımız bir günahtı’
-son sözün bu mu?
*bu, yazık ki bu.
-ama hiçbir şey konuşmadık ki, hiçbir şey konuşmadık daha.
*konuşacak bir şey yok inan. geç kaldın. geç kaldık. hepsi bu. ama düşünsene hiç olmazsa severek ayrılıyoruz. hiç olmazsa bu ayrılığı yaşatacağız kendimizde.
-adını söyle bana, hiç olmazsa adını söyle.
*ne önemi var ki adımın? zaten şu yaşadığımızın da bir adı yok ki sevgilim. yaşandı, güzeldi ve bitti. ayrılık bir sevda kaderidir. bilirsin; öğrenmiş olmalısın. öğretmiş olmalılar.”
(16-17-18)

stelyanos hristopulos gemisi
“çünkü her şey mutlaka bir şeye dayandırılır.(insanlar başka türlü rahat edemezler)” (21)

makas
“bazı şeyleri ötekilere/onlara anlatmak güçtür. anlamaya hazırdırlar. anlamak isterler. anlamaya çalışırlar. fakat asıl zor olanın, sizin için güç olanın, bu anlatma çabası olduğunu anlamazlar.” (58)
“hayatımda bir şeyler değişsin istiyorum. sürekli bir şeyler değişsin. sonra da çok korkuyorum. her şey değişecek diye korkuyorum.” (59)
“hiç önemsemiyormuş gibi gözüküp, deliler gibi önemsiyordum. bu da benim ikilemimdi.” (66)
“evet, onlardan (insanlardan) gizlice nefret ediyordum. nefretimi aşırı nezaketimle örtüyor, onlara hep anlayışlı ve yakın davranmaya özen gösteriyordum. (…) onları hor görüyordum, küçümsüyordum, yaşamlarında bir büyük eksiklik, bir boşluk varmış gibi geliyordu.” (69)
“her şeyi anlıyor, herkesi tanıyor, her sorunu kavrıyor, yani kavraya anlaya yaşlanıyordum. anlamak yorgunuydum. bu yüzden kimseye kızamıyordum. kimseden doya doya nefret edemiyordum. kimseye ağız dolusu küfredemiyordum, kimseye deliler gibi öfkelenemiyordum.” (71)

hedda gabler diye bir kadın
“hiçbir şeyi sahiden yaşayamıyorum. sevinemiyorum, sevemiyorum. bütün duyarlılıklarım sahte, düşünülmüş, tasarlanmış, bütün inceliklerimin etkisi ve sonuçları hesaplanmış. bütün duyarlı yanlarımın çürüdüğünü duyumsuyorum. sanki gövdemin bir parçası usul usul çürüyor. karşı çıktığım bir dünyanın parçası oluyorum. (…) acı çekmeyi kuruyorum, sevmeyi, aşık olmayı, dost, arkadaş olmayı kuruyorum. sonra kurduklarımı yaşıyorum, kurduklarıma insanları inandırmak istiyorum.inanmadıkları zaman deliriyorum, suçluyorum, suçlanıyorum.” (95-96)

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Saate bakmak

Varsın her şey sonraya kalsın
Sonraya, en sonraya
Sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil.
Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse
O kadar yakın kalplerimiz birbirine
Ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik
Kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik
Kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık
Kapıları açarken birbirimize ağladık.

(Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi
Sahi ne kadar da çok severmişiz
Yıllarca, yüzyıllarca öpüştük
Sigaralar tuttuk, içkilerin en iyisini sunduk
İstersen bu gece burada kal, dedik
Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık
Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik
İyi bildiğimiz ne varsa yaptık, ayrıldık
Ortada
Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.)
Köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını
Ödemesi çok güç sigaralara
Manav yarı anlamlı güldü biz geçerken
Eriklerden, çileklerden, o canım kirazlardan bile utanmadan
Hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan
Hani rengi içimize göre değişen: mor, mavi, pembe, sarı
İlk defa merhaba dedi bir balıkçı
Çırparaktan elindeki suyu ölgün bizlere
Sigarası dudağında:merhaba!
Ya peki biz ne dedik, ne dedik
Yoldaki bir taşı şöyle bir kenara koyduk
Yakamıza rastgele bir çiçek iliştirdik
Su satılan dükkanlara baktık ,yüzümüz cam cam ışıdı
Ve leylak kokuları gibi kendi kokumuza uzandık
Köşeyi döndük, bütün köşeleri hızla döndük
Su birikintilerinin ağaçlandığı eski bir sokağın tarihinde
Şöyle yazdı:
Her şey sonraya kaldı.

Ey ayaklarımızın dibindeki yoksul gül
Gölgesi yüreklerimizin
Öfkemiz sevgiye benziyor şimdi, sevgimiz öfkeye
Ve tartışmaya çevirdiğimiz deniz ölüler bırakıyor
Çıplak ölüler
Birbirine kenetlenmiş ölüler halinde.

Bir otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz
Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde
Birinin elinde gazete ve süt
Gazete mi, evet gazete
Bütün manşetler tutsaklığı ve yenilgiyi çağrıştırıyor
Paramızı veriyoruz, üstünü alıyoruz, bozuk paralar
Cebimizde nikel
Cebimizde sarılmış ölüler halinde.

Her şey bir hızlı adım olmamaya
Ama gün gibi taptaze bir umut gözlerimizde
Saatlerimize bakıyoruz hiç yoktan
Çok uzaklara bakmaktır, diyoruz, durmadan saate bakmak
Yemyeşil bir su takılıyor akrebe, bir çavlan
Yüzü akide gibi parlayan bir gün takılıyor yelkovana
Anılardan anılardan çoktan vazgeçtik
Yaşadığımız bugün nasıl
Güzelliğimiz hangi güzellik.

Biliyor muyuz, hayır, bilmiyoruz da
Acılarımızdan bir yaz kurduk onarıyoruz
Belki bir hazırlık bu başka yazlara
Yakın yazlara, uzak yazlara
Çünkü her şey eskiye kaldı, anılar bile
Her şey, ama her şey eskiye kaldı
Vakit yok bir daha yemyeşil eylül tramvaylarına.

“Kirli Ağustos”
Edip Cansever
Adam Yayıncılık, 1982(1. baskı), 221 s.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Adam olmak

Çevrende herkes şaşırsa,
bunu da senden bilse,
sen aklı başında kalabilirsen eğer,
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır,
hem kendine güvenirsen eğer,
bekleyebilirsen usanmadan,
yalanla karşılık vermezsen yalana,
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana.
Düşlere kapılmadan düş kurabilir,
yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir,
ikisine de vermeyebilirsen değer,
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz,
kandırabilir diye safları, dert edinmezsen,
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,
koyulabilirsen işe yeniden.
Döküp ortaya varını yoğunu,
bir yazı turada yitirsen bile,
yitirdiklerini dolamaksızın dile
baştan tutabilirsen yolunu.
Yüreğine, sinirine dayan diyecek
direncinden başka şeyin kalmasa da,
herkesin bırakıp gittiği noktada,
sen dayanabilirsen tek.
Herkesle düşüp kalkar, erdemli kalabilirsen,
unutmayabilirsen halkı, krallarla gezerken,
dost da düşman da incitemezse seni,
ne küçümser, ne büyültürsen çevreni
her saatin her dakikasına
emeğini katarsan hakçasına
her şeyi ile dünya önüne serilir,
üstelik oğlum, adam oldun demektir…

27 Şubat 2012 Pazartesi

uçurum

zamanla değil, bir yerde benim olmayan bir şeyle yaşlanıyorum geçiyorum
ilk şeklimi tüketerekten ağır ağır yanan bir tuğla harmanını billurdan sarkaçlarıyla.
kalbim, sersemliğim benim..


26 Şubat 2012 Pazar

güzel ve garip ülkem


enteresan kelimesi her ne kadar fransızca “intéressant”  kelimesinden türese de yurdum insanını ve yurdum kafasını temsil ediyor. sırf bu yüzden bile türkçe kökenli olmaması enteresanlığın ta kendisi.
enteresanız çünkü bilmem kaç yıl öncesinde insan haklarına ve düşünce özgürlüğüne aykırı diye “dgm“ler kaldırıldı -ki gayet doğru oldu- böylece mantıklı yargı mı geliyor derken, hop özel yetkili savcılık çıktı ortaya. yahu ne oluyor demeye kalmadan, kaşı altında gözü var diye insanlar yargılanır oldu. hayır derin devlet diye bir şeyin varlığında hemfikiriz de her önüne gelenin yıllarını karara bağlanmadan hapiste yatmasında, düşüncenin yasaklanmasında hemfikir değiliz. 
4. sınıfı bitiren bir çocuğun geleceğine yön vermesinde de hemfikir olamayacak gibiyiz. yani şimdi bunun makul bir şey olduğunun ispatı bile komik geliyor. yahu futbol sistemi mi bu allahını seversen?! 4+4+4 olmasın mümkünse, 3-5-2'ye karşı zaafım var o olsa olmaz mı? 28 şubat’ın intikamı alınıyor bundan yana şahsen kendi adıma şüphem yok da, olan yeni nesle oluyor. yahu komik bir ülkede yaşıyoruz, öyle bir ülke ki iki yılda bir eğitim sisteminin değişmesi gereği ülkenin geleceği iyi yöne mi kötü yöne mi gidiyor kimse kestiremiyor.
neyse, velhasıl enteresanlıklar diyarında yine günler geçip gidiyor.

18 Şubat 2012 Cumartesi

michael sikkofield: Dayatma

michael sikkofield: Dayatma: İş kazası bir ip cambazı için ölüm demektir, bankada çalışan gudubet suratlı Neriman Hanım için evrakların üzerine çay dökülmesidir. Kar ...

5 Şubat 2012 Pazar

Herkes kendinden görür.: Hoşça Kal

Herkes kendinden görür.: Hoşça Kal: Kararmış deniz Ama geceden değil Yastan sersefil Vapurları bile çekemez olmuş Işıkları sönük. Sabahlar gelmez Gelmezse de gelmesin Karşıma ...

31 Ocak 2012 Salı

Bir taş atarsın

Bir taş atarsın, taş nereye düşerse
Mutlaka bir köşebaşıdır
Çünkü yüreğin daralmıştır ve kıştır
Kullanılmamış bir sicim gibidir soğuk
İşte bak her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı kalmıştır.

Şimdi bir şamandıra denizin yüzünde
Durulmamış bir anı gibi kendini salmıştır.

İçimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu
Yalnızlık bir başına kalmıştır.

8 Ocak 2012 Pazar

özlem



biraz da özdemir asaf'tan gitmek lazım sanki,















Bir gece,
Gecede bir uyku..
Uykunun içinde ben..
Uyuyorum,
Uykudayım,
Yanımda sen.

Uykumun içinde bir rüya,
Rüyamda bir gece,
Gecede ben..
Bir yere gidiyorum,
Delice..
Aklımda sen.

Ben seni seviyorum,
Gizlice..
El-pençe duruyorum,
Yüzüne bakıyorum,
Söylemeden,
Tek hece.

Seni yitiriyorum
Çok karanlık bir anda..
Birden uyanıyorum,
Bakıyorum aydınlık;
Uyuyorsun yanımda.
Güzelce..