20 Ocak 2014 Pazartesi

bir anda

"Her şey o anda oldu."

Bir film böyle başlayabilir mesela değil mi? Dönüm noktası hikayesi ya da. Belki de bir ilişkinin tarifi. Hayata dair en kilit zaman ölçüsünün ne kadar sürdüğünün belli olmaması hayat denen zamazingonun bize bir iması olsa gerek.

Her olduysa bir anda oldu. Bir anda başladı. Bir anda bitti. İnsan çoğu zaman kararlarını bir göz kırpması süre zarfında veriyormuş. Kişilere dair yargılarımızı bir göz kırpması süresinde verip, eylemlerimize buna göre karar veriyormuşuz. Bir anda. 

O gün yarı yoldan geri dönmeseydim, muhtemelen bugün konuşmuyorduk. Ya da çok çok arkadaş ortamında denk gelirsek gerçekleşemeyecek "mutlaka görüşelim" temennilerininin yarı yarıya ortağı olacaktık. Ya da bir yıl önce bundan 6 gün sonra, o barda sana sarılmama karşılık vermeseydin, tatsız bir harekete yeltenen, haddini bilmeyen insan kontejyanında hayatından çıkacaktım. Yollarımızı kesişmeyecekti, kesişse bile gözlerimiz kesişmeyecekti.

Dönüp baktığımda hayatımda üzüldüğüm çok an oldu. Birilerinin beni üzmesi aşina olmadığım bir konu değildi. Ancak ben kimseyi, bu denli üzmemiştim. Hayatıma dair birçok ilki seninle yaşamak isterdim. Ama kesinlikle bunu değil.

Şimdi karşımda "Halıya bas istedim :)"le oturmuş bunları düşünüyorum. Hala bazı kıyafetlerimden kedi tüyleri çıkıyor. Pişmanlık her anımı sarıyor. Uykumdan uyanıyorum. Uyuyamıyorum. Hayat devam etmiyor. Yüzümde içten gülümsemeler yok. Olmuyor. Yapamıyorum.... 2014 bize böyle gelmemeliydi halbuki... Devam etmek acı veriyor. Acı çektiğini bilmekse en acısı. Devam edemiyorum. Olmuyor. Sensiz bir devam yok. İnsan insanı üzmemeli, hele ki üzülen sen olmamalısın. Ancak ne kadar özür dilersem dileyim bir işe yaramayacak.

Mesela sarılır mısın tekrar bana? Yine miskinlik yapar mıyız tüm gün boyunca? Muhabbetlerimizi sadece bizi güldürse de  konuşmaya devam edebilir miyiz? Kimsenin farketmediği sözleri farkeder miyiz yine şarkılarda? Yine uzun yollar boyunca keyifle yürür müyüz? Kahveyi kıskanır mısın yine? Yine yapılacaklar listesi yapar mıyız? Yemek yapar mısın mesela yine?

Olmaz mı?

Çok özledim seni, çok acıttım seni farkındayım. İyilik haketmiyorum. Özellikle de seninkini.

Ama olmuyor. Tutamıyorum zihnimi. Çok özledim seni.

Yüzüne bakılmaması gereken birisiyim. Mutsuzluk ve yalnızlık benim hakettiğim. Belki de bana dediğin gibi, ölüp gitmeliyim.

kağıda karalananlar

Ocak 2014


5 Kasım 2013 Salı

araf

Uzun zamandır yazamadığım kitap alıntıları yazılarıma tekrar başlamak istedim. Askerde 26 kitap okuyunca (evet askerlik az zamanda çok kitap okuma imkanı tanımasıyla güzel sayılabilecek bir görev.) alıntılarını paylaşacak çok kitap oldu. Yerli, yabancı bu kitapların hepsini paylaşmayı kendime ödev bilir, ilk kitaptan alıntılara geçebilirim.

İyi okumalar :)



..."Yoldan çıkmış" lafı tam da onu anlatıyordu, hayatının son beş, on, on beş yılı böyle geçmişti... kendini ne siyasetin akıntısı ne de bilimin adacığına konumlandırabilmiş bir siyaset öğrencisi; evlilik müessesesinin flora ve faunası içinde nefes almakta zorlanan işin acemisi bir koca; kendini evinde hissedememekten mustarip bama artık ebinin nederede olduğunu da bilmeyen bir göçmen; ne İslam'la ne de başka bir dinle alakası olsun istemeyen bir  doğuştan Müsüman; Tanrı'nın bilinebilirliğine değil Tanrı'nın kendisini bilmesine karşı çıkan bir bilinemezci. Buydu işte. Bütün bunlar ve daha fazlası... syf:22

...Aşık olmak sevgilinin isimlerini kendine mal etmektir, aşkın bitmesi ise isimlerin iadesi. İsimler insanların varoluş kalelerine uzanan köprülerdir. Onlar vasıtasıyla başkaları, hem dostlar hem de düşmanlar parmak ucunda içeri girmenin bir yolunu bulurlar. Birinin adını öğrenmek varoluşunun yarısını ele geçirmektir, gerisi parçalardan ve ayrıntılardan ibarettir. Çocuklar bunu ruhlarının derinliklerinde bilirler. Bir yabancı isimlerini sorduğunda içgüdüsel olarak söylemeyi reddetmeleri bundandır. Çocuklar isimlerin gücünü idrak eder, ama büyüdüklerinde unutuverirler... syf:33

...İyi de bir insana neden ömür boyu geçerli olacak şekilde tek bir isim veriliyordu başka bir isim de verilebilecekken, hatta isminin harfleri karıştırılıp aynı isimden yenileri türetilebilecekken? Kendimiz de dahil etrafımızdaki her şeyi yeniden adlandırma şansı ne zaman alınmıştı elimizden?
    Doğuştan bana verilen bir isme ilanihaye mıhlanıp yapıştığımı bilmek nasıl sıkmaz ki canımı, hayattaki yegane tesellim kendim olmamayı başabilme şansımken? İsimleri sonsuza kadar sabitleyen bir dünyaya saplanmışım, harflerin çığırından çıkmasına izin vermeyen. Ama ne vakit kaşığımı alfabe çorbasına daldırsam ismimi ve onunla birlikte kaderimi yeniden düzenlemek üzere yeni harfler yakalamayı umuyorum. Daima endişeli ellerde eskiden olduğun şey olmama... adını bile kırık bir oyuncak gibi fırlatıp atma olasılığının özlemini çekiyorum... syf:70

Bu insanların hiçbirinin onun kim olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Tek birinin bile. Teker teker hepsi için Hiç kimseydi, saf ve mükemmel -tümüyle isimsiz, geçmişsiz ve dolayısıyla kusursuz. Hiç kimse olduğu için Herhangi birisi olabilirdi. İsimsizlik cilası altında neredeyse görünmekleşecek kadar şeffaf bir maddedn oluşan bu aidiyetsiz boşluk ne harikaydı; hemen herkesin kişisel tarihinin en küçük ayrıntılarına kadar tanındığı bu boğucu tanışıklıklar dünyasında o tam ve som bir yabancı olmuştu. syf:97

Anlaşmazlıkları çözmek konusunda takındığı tutum hep bu olmuştu zaten: Azimle inanırsan ortada mesele olmadığına, inancı gerçeğe dönüştürebilirsin. Syf:187

Ömer sustu. İnsanın derin düşüncelere kapıldığı anlarda sustuğu gibi değil. Beklenmedik bir itki karşısında, mesela yolda anında yanından geçen arabanın renkli camında kendi tükenmiş imgesini görüp kendi gerçeğiyle yüzleşmesi gibi hem irkiltici ama hem de tanıdık bir şey karşısında nasıl susulursa öyle susmuştu. Soru nasıl sorulursa sorulsun cevabın yanlış kalmaya mahkum olacağını fark etmesini sağlayan da benzer bir ürpertiydi. Liman ya da istikamet ne olursa olsun, Defne'nin "burada"sı Ömer'in "orada"sı olaca, kesişemeyeceklerdi. Syf:189-190 

Zira her çevirmen ister basit ister külliyatlı bir metni çeviriyor olsun, şöyle ya da böyle bir hırsızlığın suç ortağıdır. Tıpkı kervanlarla bir yerden bir yere taşınan kıymetli mallar gibi kelimeler de yolda yağmalanırlar, tepeden tırnağa karalara bürünmüş sinematografik haydutlar tarafından, yazar, şar, yayıncı ve özellikle çevirmen kılığına girmiş kültürlü şahışlar tarafından. Syf:209

Sevinç yedi gün sürer, hüzün bir ömür boyu. Syf:228

Kim gerçek yabancı; bir ülkede yaşayıp başka yere ait olduğunu bilen mi yoksa kendi ülkesinde bir yabancı hayatı sürüp ait olacak başka bir yeri de olmayan mı? Syf:384-385



20 Eylül 2013 Cuma

Buradan köye duble yol olur...

Özellikle kadın ve küfürden rahatsız olacağını düşünecek erkek okuyucular için baştan belirtmemde fayda var ki yazının geri kalanında bolca küfür var. O denli ki, okuyan cinselliğinden soğuyabilir, kadınlar babalarından, sevgililerinden ve erkek olan ama sevgilileri olmayan erkek arkadaşlarından(arkadaş erkek arkadaş tamlaması neden her seferinde açıklama yaptırmak zorunda?!) tiksinmeye yol açabilir, sonradan vay ben okumadım, vay ben bilmiyordum demeyin.
Acemi birliğine adım atılan o ilk saatlerde, henüz sivilden çıkamamış, asker olamamış yani araftayken; ortama entelektüel bir hava hakim olur. "Abi nereye düştüm ben" sosuna yatırılmış bu hava, koğuşa adım atar atmaz yerini "Abi geçer mi bu askerlik" cümlesine bırakır ki, yazımızın konusu o cümle başlarındaki "Abi"nin dönüşümü hakkındadır.

Sivil hayatta küfür etmeyen, az eden ya da  olur olmaz her şeye küfreden bir yığın adamın askerdeki en ortak noktaları, hepsinin bir süre sonra her şeyi küfredek tanımlayacak hale gelecek olmasıdır. İlk zamanlarda en elit, en seviyeli takılanların bir süre sonra hemen her şeyin bir yerlerine "koyacak" hale gelmeleri seyir zevki yüksek bir eğlencedir.

Askeri birliklerde takdir edersiniz ki en az ulaşılabilen şey dişi varlıklardır. Askerde sizi sivri sinek bile sokmaz, çünkü o da bir dişidir ve testosteronda boğulmamak için birliğin kıyısından geçmeye cesaret edemez(kabul biraz abartmış olabilirim.). Haliyle bu dişi kıtlığında, kalori anlamında düzgün beslenen(yemeklerin kötü olduğunu hepimiz biliyoruz), düzenli spor yapan, hayatlarının cinsel güç anlamında tavan noktasında bulunan yani her anlamda "taşı delebilecek" kapasitedeki bu kadar erkek için "a."(kusura bakmayın bir yerden başlamak lazımdı) en bulunmaz, en kıymetli, en müstesna varlık haline gelebiliyor.

İlk zamanlar "a.k." daha çok sinirlenilen kişilere karşı olan öfkenin dışavurumunu temsil eder. Bu noktada küfür, gündelik yaşamın bir paçası değil, hayata lezzet katan ufak zevkler kategorisindedir. TSK'nın daha önce de belirttiğim gibi her anlamda "taşı delebilecek" bu gücü durdurmak için yegane silahı olan şapın er vücüdundaki oranı arttıkça, vücudun şu an dile getirilmeyen, ama okuyan herkesçe anlaşılan bu uzvu üre yoğun sarı renk atıklar atmaktan başka bir işe yaramaz hale gelir. Bu durum kişilerin küfretme iştahını pekiştirir ve hemen herkesin bir yerlere, bir şeyler "koyma" yoluyla kaynaşma hissinde tarifi mümkün olmayasıca bir coşma sağlar. Ağızlara gittikçe pelesenk olan "a.k.", komünal yaşam ortamında herkes arasında gittikçe yaygınlaşır.

Bu noktadan sonra "a.k." öfke dışavurumu özelliğini yavaş yavaş yitirir. Artık kendisi sadece öfkeyi değil, hemen her durumun ifadesi için de kullanılabilir hale gelir. Örneğin, "Bu ne sıcak a.k.!". Artık küfür, düzenli yapılan bir alışkanlık kategorisindedir. Henüz icra edilen koyma eylemine nesne ya da öznenin kendisi ciddi bir miktar tutmaz. Bir konuşma içinde 2-3 kere ifade edildiğinden, etraftaki yıllanmış küfürbazlarca ilk kez "milli" olmuş gencin skor sevinci gibi görülür. "a.k." asker yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelmemiş olsa da, tehlike artık hiç olmadığı kadar yakındır.

"a.k."nin asker hayatındaki dönüm noktası, ifade ederken farkındalığın ortadan kaybolmasıyla başlar. Bundan önceki fazı kendi kendinize farkedebilirken, bu fazda işler rayından çıkar. Artık neyi nereye koyduğunuzun farkına varamayacak hale gelirsiniz. Cümleye başlarken, ortasında, sonunda artık cümlenin gelişi ya da gidişinde nereye uygunsa, orada bir koyma eylemi icra edip cümleye öyle devam edersiniz. Dilbilgisi kurallarına göre cümlede her daim bir yüklem, bir de özne bulunur. Ama artık sizin için ikinci bir eylem daha bulunur. Artık küfür hayatınızın(en azından askerlik yaşantınızın) ayrılmaz bir parçası haline gelir ki, "koyma" eylemi, sizin eyleminizmiş gibi düşünmek olasıdır.

Hayatın içinden, rutin bir olay haline dönüştükten sonra hadise bir klasik olarak yarışa döner. Farkında olmadan yapılan bir yarışa. Artık çevrenizdeki herkes, hemen her durumu olabildiğince çok "a.k." icra ederek anlatmaya başlar. Olay öyle bir noktaya varır ki, hiçbir muhabbet bu ikili olmadan yürüyemez hale gelir. Ara sıra beyniniz gerçek hayatla, yani "siville" bağlantı kurunca, "bir şeyi bu kadar çok koymaya bir insan ömrü yeter mi acaba?" gibisinden saçma soruları kendinize sorarkan bulmanız olasıdır(Evet askerde saçma sapan şeyler düşünmek için yeterince zaman var, zaten yazının başlığı da böyle bir düşünme sonrası peyda oldu).

Bu fenomenin burada bittiğini sananlar için kötü haber, henüz bitmedi. Biliyorum hayattan soğudunuz, ama cidden burada bitmiyor ne yazık ki.Son safhada benim adına türev küfür dediğim, küfürden küfür devşirmek yoluyla oluşan üst düzey küfretme aşamasına geçiş başlar. Bu aşamaya geçmek için minimum 250 günlük asker olmak gerektiğinden, kısa dönemlerden bu tarz yaratıcı kişiler çıkmaz. Aslında mesele yokluktan kaynaklanır. Nasıl ki en güzel aşk şarkıları, şiirleri ortada bir sevgili olmaması durumundan çıkıyorsa, bunda da benzer bir durum söz konusu olur.

Biliyorum başta söyledim ama yinelememde fayda var. Bu kısımdan sonra cidden ağır küfür var... Uyarmadı demeyin.

Türev küfürün derinliği, etkisi tamamen yaratıcısına bağlıdır. Ben basitten ağıra iki tane örnekle durumu anlatmaya çalışacağım. Artık kim ne kadar anlarsa.(Niye anlar orası da ayrı mesele tabi)

Örnek 1:

"Ya......ın kurma kolu!"

Şair burada, karşısındaki bireyi kendisiyle bir potada eritmiş ve kendisine "sen aslında benim sağ elimden başkası değilsin, neden kendini ayrı bir birey olarak görme cürretini gösteriyorsun ki" şeklindeki serzenişini daha yalın bir ifade ile dile getirmiştir.

Örnek 2:

"Aınmıı skiimitğin yraağrı"

Yapılan bir araştırmaya göre, insan beyni kelimelerin ilk ve son harfi doğru olduğu sürece aradaki harf dizilimi hatalı olsa da kelimeleri sorunsuz okuyabiliyormuş. Bu vesile ile deneyin doğrulamasını da yapmış oluruz. Okuyamıyorsanız da yormayın kendinizi.

Şimdi burada hermafrodit bir arkadaşa olan öfkenin dile getirildiğini düşünmek olası, ama pek tabi ki durum bu değil. Sayın okuyucu burada en basit ifadesi ile "a.k."nin realite ile birleşmesi söz konusu. Ortada bir dram var. Şöyle ki küfrü dile getiren kişi karşısındakine "Bak arkadaş ben de farkındayım bir erkek olduğunun, lakin ah sen kız olsaydın da ben sana olan öfkemi ortalık yere dökseydim." Ne kadar naif değil mi dostlar?

İlk başlangıçta basit bir "a.k" ile başlayan askerdeki küfür yolcuğunun türev küfürlerle be hale gelebileceğini gördüğümüz bu yazının sonuna geldik.

Sözün özü, "Ne askerlikmiş a.k.!"

22 Temmuz 2013 Pazartesi

her türk asker doğar... mı?

Askerlik. Tarifi nasıl olur bilmiyorum ama bu dönemi de anlatmak lazım.


Kağıda karalananlar eskiden kalanlar ve yeni karalamalarla gelecek...

3 Mayıs 2013 Cuma

yalnızlık korkutucu şey

yalnızlığın ne olduğuna dair yapılmış onca tanım arasından hangisini kendinize uygun görürsünüz bilmiyorum. ama bence her zaman için en iyi tanımın, hele ki tanımlanacak bir his olduğunda, kişisel deneyimden geçtiğini inanıyorum.

yalnızlık korkutucu şey. 

yalnızlık yakınlarınızda, ulaşılabilir yerlerde birilerinin olması ya da olmaması ile alakalı değildir. hatta kalabalıklar içindeyken daha da can yaktığı söylenebilir. acının içine işlemesi, kemikleri sızlatması için gayet iyi bildiğin bir yerde olması gerekir. öyle ki sokaklarını, çıkmazlarını, güzelliklerini bildiğin, sağda solda anılarını barındıran yerlerde daha çok koyar yalnızlık. yabancı memlekette zaten yalnızsın. o yüzden hissetmezsin orada yalnızlığı. zaten ondan kolay değil midir yabancı diyarlarda daha kolay arkadaşlık kurmak, daha çabuk sevmek birilerini?

yalnızlık meteliksizken değil, aksine cebinde para varken olur. hatta cebinde paran varken katran kıvamında olur. yapışır üstüne, akıp gitmez öyle kolayca. bu sayede anlarsın cebindeki paranın değerinin aslında ne kadar değersiz olduğunu.

iliklerine kadar hissetmedikçe anlamaz insan yalnızlığın ne olduğunu. ağlamak istersin, yapamazsın. göz yaşlarının da seni terk etmesini istemezsin. ağzından değil bir kelime, bir ses, bir fısıltı çıkmaz. hiç olmasa kelimelerinin seninle kalmasını istersin. hatta elinden gelse, nefes alıp vermek bile istemezsin. sırf bir şeyler daha seni bırakmasın diye. 


çevrendeki seslerden, ışıklardan, etraftaki diğer insanlarda, kendinden hatta dünyanın kendisinden ürker hale gelirsin. insanın kendi kendisinden korkması ne tuhaf şeymiş. sokak kedilerini anlarsın. sokağı anlarsın. belki de kendini anlarsın bu sayede. korkmamayı öğrenirsin.


yalnızlık korkutucu şey.




kağıda karalananlar
Nisan 2013

5 Şubat 2013 Salı

öncesi, sonrası, fani ya da değil

hayat fani dünya boş dedik ama ne olur bilinmez. neticede hayatın kendisi bilinmezliklerden ibaret. öyle seçenekler sunar ki hayat, fani de olsa sanki dünya o kadar da boş değil dersiniz.

hayatı dolduran ne? ya da boş kılan ne? her şey sonuçta seçimlerle alakalı. seçimler değil mi bizi bitiren ya da yücelten? boş mu, dolu mu bilmem ama, sanki hayat o kadar da büyütülecek bir şey değil. önce bunu kavramak gerekli.

neyin ne olduğunu sorgulamakla zaman kaybetmek yerine seni mutlu kılan şeylere zaman harcamakta fayda var. neticede hayat devam ediyor ve giden hiçbir şey geri gelmiyor.

neticede onca giden şeyden sonra insanın geride aradığı yegane şey huzur. evet ihtiyaç duyulan buymuş. birlikte uyumak bu kadar keyifli olabilir miymiş? gayet de olurmuş aslında. kedi tırmalaması acıtmaz mıymış hiç? kısacası huzur detayda saklıymış. görmek isteyene.

sonrası ne olur bilmiyorum. ama varsın sonrası sonrasında olsun. bugün kaçırılmak için çok değerli.


kağıda karalananlar

Ocak 2013